Kasım ayını bitirirken çok zorlu bir maraton vardı önümüzde.Ligde ve Euroleague'de önemli maçlara çıkacaktık ve takımın inişli-çıkışlı performansı az da olsa endişe veriyordu (eh sakatlık belasından da çekiniyorduk tabi). Unicaja Malaga maçıyla başlayan çıkışımız ay sonuna kadar devam etti, Galatasaray güldü biz güldük...
Unicaja Malaga maçını Bonsu'suz rotasyonla kazanıp TOP 16'yı garantiledik. Hemen ardından, üç gün sonra Fenerbahçe Ülker'i Abdi İpekçi'de konuk ettik. Obradovic ve ekibinin alabildiğine şişirilen balonunu, Ergin hoca ve aslanları patlattı. Taraftarımızın da müthiş desteğiyle maç boyunca hiç geriye düşmedik, kontrolü elimizde tuttuk ve 72-62'lik skorla net bir galibiyet aldık... Bu arada ilginç bir not: Geçen sezondan bugüne kadar FB Ülker karşılaştığımız altı maçta da maç skorları hep düşük oldu (kazandığımız maç skorlarını boldladım). 74-69, 74-67, 63-57, 66-53, 64-62, 72-62. Son altı maçta, kazanan takımın bulduğu sayı en fazla 74 olmuş.
FB Ülker derbisinden sonra Zielona Gora'yı evimizde ağırladık. Erceg ve Macvan'ın yıldızlaştığı maçta Gora'yı rahat geçip grup ikinciliğini cebe koyduk. Son iki-üç sezondur 4 numaralarımızdan böylesine verim aldığımız bir karşılaşma hatırlamıyorum desem yeridir.
Ardından İzmir'e, Pınar Karşıyaka deplasmanına gittik. Geçen sene normal sezonda da aynı haltı yemişlerdi ama bu sefer KSK'lıların maçı terörize ederek durdurma ve tempomuzu düşürme girişimleri işe yaramadı. İşi iyice abartıp sportif direktör Murat Özyer'i yumruklamaya bile kalktılar fakat nafile... Aynı FB Ülker maçında olduğu gibi başından sonuna kadar üstünlüğümüz vardı ve kritik bir deplasman galibiyeti aldık. Söylemeden geçmeyeyim, hem Malaga hem Karşıyaka maçında Ergin hocanın bazı basketbolcularımızın faul problemine girmesi pahasına rakibin hızlı hücumlarını anında faulle kesmesi talimatı ve tempoyu düşürebildiği kadar düşürmeye çalışması çok akılcıydı. Her iki maçın da kontrolümüze girmesini sağladı. Arroyo-Ender ikilisinin payı çok büyük elbette, "kumanda" hiç tutukluk yapmadı kritik anlarda.
88-68 kaybettiğimiz Bayern Münih maçı önemsenecek türden değildi. İkinciliği garantilemişken ve Arroyo-Erceg-Bonsu kadroda yokken deplasmanda yenilmek şaşırtıcı olmadı.
Ligde Trabzonspor MP, Uşak ve Ted Kolejliler maçlarından çıkardığımız galibiyet serisiyle 2013'ü noktaladık. Aralık ayı neredeyse kusursuz geçti bizim için. Arroyo ve Ender'in istikrarı, Erceg ve Macvan'dan aldığımız verim, Hairston'ın takıma adapte olması, Furkan-Bonsu'nun pota altını maden gibi işlemesi ve en önemlisi "takım" olabilmemiz...
2014'e ve TOP 16'ya Maccabi maçıyla merhaba diyeceğiz. İçeride, Abdi İpekçi'de yeniden cehennem atmosferini oluşturarak kazanmamız dileğiyle diyip yazıyı noktalayayım.
Sakatlıklar, cezalar, form tutamayanlar derken Euroleague'de ilk aşamadan alnımızın akıyla çıkmayı başardık. Malaga'yı yenmemiz ve Siena'nın da Gora'yı mağlup etmesi halinde top 16'ya yükselmeyi garantileyecektik, kalbimiz temizmiş her şey yolunda gitti.
Salondaydım dün akşam, tribünde sayı olarak daha fazla olabilirdik ama takıma verilen destek kusursuzdu. Klişe tabirle eksiklerin yerini taraftar doldurdu, yeri geldiğinde rakibe yeri geldiğinde hakemlere baskı kurmasını iyi bildi. En çok keyif aldığım Avrupa maçlarımızdan biriydi diyebilirim... Eh maçın biletini saklayıp arşivlemek de farz oldu tabi.
Bonsu'nun Begic ve Printezis'i denize dökmesinden sonra ceza alacağı aşikardı, beklediğimiz gibi de oldu. En büyük endişemiz Furkan-Macvan-Erceg'in 4-5'i nasıl kotaracağıydı doğal olarak. Macvan ve Furkan'ın muazzam mücadelesi (Erceg son periyotta kıpırdadı biraz), ribaund katkıları ve hücumda da yükü omuzlamaları galibiyetin anahtarlarından biriydi. Ama kilidi açan iki oyuncunun Arroyo ve Ender olduğu hepimizin ortak kanısıdır sanırım. Özellikle iki guardımızın, takım 29-35 geri düştükten sonra sazı eline alması ve devreyi 40-39 önde kapamamız maçın kırılma anlarındandı bana göre. Deplasmandaki Malaga maçı gözümün önüne geldi açıkçası, farkın bir anda açılması ve direncimizin kırılmasından korktum ancak şükür ki geri dönebildik. Ayrıca -faul problemine girme pahasına- hocanın Malaga hızlı hücumlarını faulle kesmemiz konusundaki direktifi de önemliydi. Maçın koş-koşa dönmesi işimize gelmezdi şüphesiz. Bu arada Hairston'un da Hawkins'i anımsatan basketlerini ve takıma katkısını es geçmeyelim.
Macvan son 1-1,5 ayda müthiş bir çıkış içerisinde. Geçen sezonun sonlarına doğru büründüğü pısırık, mücadeleden kaçan ve ribaund dahi çekemeyen görüntüsünden tamamen kurtulmuş durumda. Maçı yaşıyor, savaşıyor. Aynen devam Macvan!
2013'ü kazasız belasız bitirip TOP 16'da verilecek daha çetin bir mücadeleye hazır olmamız gerek. Bu takımı seviyorum. İyi ki varsınız.
Daha sağlıklı bir değerlendirme yapabilmek için beklemek en iyisiydi. Fakat şurası kesin ki, erkek basketbol şubemizde maşallah(!) aksiyon hiç eksik olmuyor. 24 yaşındayım, bu kadar talihsiz bir Galatasaray takımı izlediğimi hatırlamıyorum. Bir galibiyete sevinecekken, bir sakatlık haberi herşeyi alt üst ediyor. Aksilikler hesap kitap yapmaya imkan bırakmıyor. Bu seneki aksilikler geçen sezonu da sollamış durumda, inanılır gibi değil hakikatten. Ersin ve Gordon da Türk Telekom maçıyla sakatlar ordusuna selam çaktı, hangisinin daha büyük bir kayıp olduğuna karar vermek zor...
Baktığımızda, yararlanamadığımız basketbolcularımızdan TOP 16 yapacak ayrı bir Euroleague takımı kurulur. Jawai ve Gordon sezonu kapattı, Ersin ve Markoishvili bir aksilik olmazsa Mart ayı içerisinde dönecekler. Furkan ve Cenkise yavaş yavaş rotasyona girmeye başladı (nazar değmesin!). Engin de bu ay içerisinde süre almaya başlayacaktır diye düşünüyorum.
Malum, TBL'nin bir sezon içerisinde bir takıma tanıdığı yabancı hakkı sayısı maksimum 8. Aynı anda en fazla 6 yabancıya lisans çıkarılabiliyor ve bu 6 yabancılık liste de en fazla iki defa değişebiliyor. Bu iki değişiklik hakkını kullanmış durumdayız. Jawai yerine Bonsu ve Gordon yerine iki gün önce transfer edilen Malik Hairston. Arroyo, Gordon, Domercant, Hairston, Markoishvili, Erceg, Jawai, Bonsu. Bu 8 isme lisans çıkardık ve yabancı rotasyonunda değişiklik yapma hakkımızı tamamladık...
Arroyo, Domercant, Hairston, Markoishvili, Erceg, Bonsu (ve Macvan)rotasyonuyla yola devam edeceğiz. (Bu arada Marko yerine geçici olarak Macvan'a lisans çıkarıldı. Bu sezon çıkan bu yeni kural için TBF'nin takımlara geçtiği bir "kıyak" diyebiliriz. Sakat oyuncu yerine 45 günlük lisans çıkarılabiliyor ve bu geçici lisans yukarıda bahsettiğim 8 oyunculuk lisans hakkından sayılmıyor. 8+1 gibi düşünebiliriz yani.) Umarım sezonun geri kalanını kazasız belasız geçiririz. En büyük dileğim bu. Son sakatlıklardan sonra büyük bir karamsarlık hakimdi ancak iki gün önceki Bayern Münih galibiyeti ve özellikle savunmadaki direnç ve ribaundlardaki hırs hepimize umut verdi. Telekom maçında Ergin hocanın mola sırasındaki "protesto"sunu takımın doğru anladığını ve kendine geldiğini düşünüyorum. "Top 16 yapamayacak mıyız?" endişesi biraz olsun dağılmış durumda, Siena'yı yenersek bu iş tamamdır diye düşünüyorum. (Top 16'da ne yapabileceğimiz apayrı ve uzun bir yazı konusu. Hele bir gruptan çıkalım, onu da değerlendiririz.)
Bugün Abdi İpekçi'de Banvit maçı var, sağlam bir taraftar desteğiyle kazanmamız şart...
Oldukça yoğun bir maç temposuyla sezona giriş yaptık. Önce Türkiye kupası, sonra Cumbaba finali, lig ve Euroleague derken üç günde bir maça çıkar olduk. İki sezondur "vazgeçilmezimiz" haline gelen sakatlıklar yine can yaktı, sinir bozdu, sabır tüketti. Arroyo ve Gordon takımı sırtlarken -sakatlıklara da bağlı olarak- takımın zikzak çizmesine sıkça şahit olduk.
"Eğer sakatlar sağlam dönerse" şartıyla yapılan ortak yorum geçen sezona nazaran çok daha geniş bir rotasyona sahip olduğumuz şeklindeydi. Sinan, Göksenin ve Domercant'ın kısa rotasyonuna önemli bir derinlik kazandıracağı düşünülüyordu. Ayrıca geçen sezonun formda forvetleri Markoishvili ve Cenk de eklenince, kağıt üstünde iç açıcı bir tablo vardı. Peki kağıt üstündeki parkeye yansıdı mı, bence hayır. Nedenlerine göz atalım. -Birincisi, hala Arroyo'nun eline bakıyoruz. "Sen yoksan her şey eksik, sen varsan her şey tamam" durumu sözkonusu. Yoğun maç temposunu göz önüne aldığımızda çok tehlikeli bir durum bu. Arroyo da bir insan sonuçta, hem de basketbol için "yaşlı" diyebileceğimiz bir insan. (Planinic için ağıt yaksam yeridir, keşke gelseydi.) Malaga maçında olduğu gibi Arroyo'nun da tükendiği olabiliyor. Basit pas hataları ve yanlış şut seçimleri gibi... -İkincisi, Markoishvili'nin Eurobasket'ten miras(!) sakatlığının etkisini atamaması ve geçen sezonki formundan çok uzak olması. Şutları girmiyor, savunmada bildiğimiz Marko gibi değil, silik bir görüntüsü var ("dı" demek durumundayım, maalesef yine sakatlandı ve bu sefer durum daha ciddi, 3 ay yok.) -Bir diğer sebep, Domercant'ın durumu. Çok ağır bir sakatlık geçirdi ve neredeyse adam akıllı tek maç oynayamadı geçen sene. Bu sezon daha büyük umutlarımız vardı fakat şu bir aylık görüntü hiç iç açıcı değil. Hem hücumda hem de savunmada oldukça ağır kalıyor Henry. Penetresi yok ve ceza şutları dahi istikrarsız. Şutuyla var olan bir basketbolcu için kötü bir durum bu.
- Ve Jawai. Ndong gibi olmasını beklemiyorduk ama özellikle hücumda tam verim almaya başlamışken Olympiakos maçı sonrası fenalaşması ve geçirdiği ciddi tehlike herkes için büyük bir yıkım oldu. Ne kadar doğrudur bilemiyorum ama kalbiyle alakalı bir sorun var dendi, spekülasyonlar aldı başını yürüdü ama tek gerçek 3-6 ay arası oynamayacağı. Sezonu kapattı diyebiliriz.
-Ender ve Sinan Arroyo'nun yükünü hafifletemiyor. Bir aylık süre zarfında gözlemleyebildiğimiz bu. Gerçi burada da Ender'in sakatlığı son iki-üç maçta katkı alamamamıza neden oldu. Takımda her yolun sakatlığa çıkması çok can sıkıcı.
-Erceg konusunda karamsar olanlar var ama Siena, BJK ve Efes maçındaki perfomanslarını es geçerek kötü oynadığı maçlara odaklanıp karamsar olmanın alemi yok diye düşünüyorum. Şutuna güvenebileceğimiz, bileği düzgün bir PF Erceg. İstikrar sağlayamadığını ek olarak belirteyim tabi. Bir aylık periyottan öne çıkanlar böyle.
Gelelim transfer konusuna. Jawai'nin sezonu kapama ihtimali karşımızda belirdikten sonra Bonsu ile anlaştık. Özellikle 2012 yazında David Blatt'in "dizleri bir yaşlı insanınki kadar hassas durumda" cümlesi ve sonrasında basketbol hayatının bittiği dedikoduları oldukça endişe vericiydi. Geçen sezon Milano ve Sevilla'da da pek ön plana çıktığı söylenemezdi. Belayı mıknatısla çektiğimiz de düşünülünce biraz homurdanmadık değil ama (burada "nazar değmesin" diyoruz hep birlikte) Malaga ve Tofaş maçlarında Beşiktaş günlerinden esintiler sundu bize. Atletizmi, blok tehdidi, ikili oyunlardaki etkinliği hepimizin malumu. Aynen devam etmesi en büyük dileğimiz elbette. Tribünleri coşturacak nice smaçlara Bonsu.
İki-üç gündür Markoishvili'nin yerine de bir transfer yapılacağı dedikoduları iyice arttı ve hatta Ergin hoca tarafından da doğrulandı bu. Öne çıkan isim Malik Hairston. Net olarak, şu zamanda ve şu şartlarda daha iyisini bulamayız. Sorumluluk almayı seven bir SF, şutu da fena değil. Hawkins'e benzetiyorum stilini, Hawkins daha kalıplıdır tabi.
Eğer ki Malik Hairston transfer edilirse "ligde bir sezon içerisinde en fazla 8 yabancıya lisans çıkartma" hakkımızı doldurmuş olacağız. Arroyo, Gordon, Domercant, Markoishvili, Transfer, Erceg, Jawai, Bonsu. Başka bir sakatlık olmaması için dua edeceğiz yani.
İmza töreni düzenlendi yeni transferlerimize. Jawai'ye ve Erceg'e Galatasaray formasıyla başarılar... (Bu arada yeni forma fontlarınıçok beğendiğimi söylemeliyim.)
TBL şampiyonu ünvanıyla kapadığımız 2012-13 sezonundan sonra kadromuzdaki ufak-tefek eksiklerin yerine yapılacak takviyeler ve üç aşağı-beş yukarı nasıl bir rota izleyeceğimiz belliydi: Yerli rotasyonunu güçlendirmek, PF ve pivot transferi önceliklerimizdi.
Haziran sonu-Temmuz başını Spanoulis dedikodularıyla geçirdik ancak daha önce de yazdığım gibi transfer etme şansımızı düşük görüyordum -ayrıca böyle maliyetli bir transferi gerçekleştirmemiz durumunda da gelecek sezon bütçelerinin olumsuz olarak etkileneceğinden endişe ediyordum. Sonuçta Spanoulis Olympiakos'ta kaldı, sürpriz bir gelişme yaşanmadı. (Planinic'i tercih etmememize ise fazlasıyla üzüldüğümü söylemeliyim. Arroyo+Planinic'i izlemek bambaşka bir keyif olurdu. Ama Ergin hoca'nın seçimine de saygı duymamak olmaz...) Önce Euroleague'de gerekli olacak savunma sertliğini sağlamak adına hamle yaptık ve Sinan Güler ile sözleşme imzaladık. Yerli rotasyonumuzun güçlenmesi açısından da önemli bir takviyeydi. Geçen sezon sakatlıklardan çok çektiğimiz ve oynatacak kısa bulmakta zorlandığımız (ki hakikatten bunu Efes maçı öncesinde yaşadık, Macvan mecburiyetten SF oynadı) düşünüldüğünde bu transferden memnun kaldığımı söylemeliyim. Hemen ardından "gidecek mi, kalacak mı" tartışmaları zirve yapmışken Carlos Arroyo ile sözleşme yeniledik. Geçen sezon şampiyonluğun en büyük mimarlarından biri olduğu düşünüldüğünde Arroyo ile yolları ayırıp başka bir guard arayışına girmek fazlaca radikal bir değişime yelken açmak olurdu. Ergin hoca emin yolu seçti ve saha içi liderliği yine Arroyo'ya verdi. Carlos'un basketbol zekası, yetenekleri, şutu ve "winner" kimliği takımımız için büyük bir avantaj olacak yine. Fakat Euroleague temposunda onun omuzlarına binecek yükü hafifletmek için Ender, Jamont Gordon ve Engin'e büyük iş düşecek.
Baya bir söylentiden (Shermadini, Lampe, Haddadi, Milicic vs.) sonra 5 numaraya Nathan Jawai 'yi transfer ettik. Karşılaştıracak olursam orta mesafe şutu Ndong kadar iyi değildir, ikili oyunları daha iyi oynar, savunmada uzun kolları sayesinde Ndong gibi blok tehdidi vardır. Kalıplı bir uzun olmasına rağmen -örneğin Sofoklis gibi- ağır değildir. Jawai'yi tank kadar ağır zannedenlerin ciddi biçimde şaşıracağına eminim. Benim için en büyük soru işareti, sakatlıktan nasıl döneceği. Umarım en kısa sürede etkisinden kurtulur ve formuna kavuşarak pota altını dağıtır. Ergin hocanın pota altında etkili olan Bonsu'dan nasıl verim aldığını biliyoruz, Bonsu kadar atletik olmasa da -daha kalıplı olan- Jawai'den de benzer katkıyı almasını bilecektir koç...
Dün sabah resmi siteden açıklama geldi, Zoran Erceg ile iki yıllık sözleşme imzaladık. Beşiktaş'ın efsane üç kupalı sezonunda kadronun çok önemli parçalarından biriydi Erceg. 3-1'le elendiğimiz yarı final serisinde de soğukkanlılığı ve isabetli şutlarıyla tabir-i caizse sinir bozmuştu. CSKA macerası sakatlık dolayısıyla kısa sürdü ama bir yandan da bizim işimize geldi bu. CSKA'yla sözleşmesini karşılıklı olarak feshedince buy-out ödemeden önemli bir transfere imza attık. Şutu iyi, bileği düzgün bir PF'yi kadromuza kattık ve diyebilirim ki bu sezon gerçekleşmesine en çok sevindiğim transfer oldu. Galatasaray formasıyla nice başarılara Erceg!
Bu üç transfer dışında son bir yerli takviyesi gelir mi bilmiyorum. Mutlu Demir ismi bir ara ön plana çıktı ama resmi sitedeki sağlık kontrolü haberinden beri bir gelişme yok. Jawai'nin "maksimum" 20-22 dakika süre alacağını düşünürsek, geri kalan zaman diliminde Furkan ve Sertaç'ın süre almasını tercih ederim. Mutlu'nun çok da gerekli olduğuna inanmıyorum özetle. İzzet ya da Ermal gibi bir transfer yapmadıkça üçüncü pivot olarak Sertaç'ın süre almasını isterim. Bunun dışında bekleneni bir türlü veremeyen Macvan'ın da gönderileceğini düşünüyorum.
Bizim için sezonun en kritik noktası, sakat oyuncularımızın nasıl bir performans sergileyeceği olacak. Göksenin, Engin, Domercant ve Jawai'nin nasıl döneceği, beklentilerimizi karşılayıp karşılayamayacağı merak konusu hepimiz için. Göksenin'in savunma direncine yapabileceği katkıyı ve giderek geliştirdiği şutunu biliyoruz, umarım sakatlığı nüksetmez. Engin hem etkili savunması, hem de rotasyonda Arroyo'yu yedekleyebilmesi bakımından önemli. Domercant Avrupa'nın en değerli şutörlerinden biri, geçen sezon içerideki Kuban maçında yaşadığı sakatlık (ki o maçta Abdi İpekçi'deydim, tam önümde sakatlanmıştı Henry) hepimizi kahretmişti. Böyle bir yıldızdan verim alamamak yiyeceğimiz ikinci darbe ve sezon planlamasında değişiklik yapılması anlamına gelecektir ki bunu kimse istemez. Jawai Mayıs sonunda ayağından bir operasyon geçirdi ve üç ay antrenman yapamayacağı açıklandı. Ağustos sonu itibariyle antrenmanlara başlayacağını düşünürsek, pek bir şey kaçırmayacağını söyleyebiliriz ancak sezona tam kapasite girip giremeyeceği, sakatlığının nüksetme ihtimali akıl kurcalıyor.
Saha içine dönelim, savunmada iki handikabımız olacak. Biri Arroyo -ki aslında iyi savunma yapmasını da beklemiyoruz- ve Jawai. Ndong'un olağanüstü ribaund istatistiklerine Jawai'nin ulaşıp ulaşamayacağı soru işareti benim açımdan. Onun dışında geçen sezonki direncimizin bir benzerini bekliyorum savunmada. Furkan-Jawai pota altının şut tehdidinin pek olmayacağı ve bu konuda daha çok 4 numaradan katkı geleceği aşikar. Ersin ve Erceg orta mesafeden ve dışarıdan yüzümüzü güldürecektir. Pota altında ise Arroyo&Jawai ve Arroyo&Furkan ikili oyunlarını bol bol izleyeceğimizi tahmin etmek güç değil. Rotasyonda şutuna güvenebileceğimiz Arroyo, Cenk, Markoishvili, Domercant ve Erceg var, hücum opsiyonlarımız açısından çok değerli. Ayrıca günü gününü tutmasa ve bazen saç baş yoldursa da Gordon'un olağanüstü performanslarını da gözardı etmemek gerek. Play-off çeyrek final ikinci maçında Tofaş'a ilk yarıda 20 sayı atması, play-off finali 4. maçında Banvit potasına son periyotta 24 sayı yollaması, Türkiye kupası çeyrek finalinin son dakikalarında Savanovic'i savunması vs vs. Özetle; Gordon, bir acaip adam...
Kadromuz yüzde 99 aşağıdaki gibi olacak. Başarılarla dolu ve müzemize yeni kupalar ekleyeceğimiz bir sezon olması dileğiyle, Ergin hoca ve takımımıza başarılar diyip bitireyim yavaş yavaş.
PG: Arroyo, Ender, Engin SG: Gordon, Domercant, Göksenin SF: Cenk, Markoishvili, Sinan PF: Erceg, Ersin C: Jawai, Furkan, Sertaç
Geçtiğimiz sezonun en flaş ismiydi Arroyo. Herkes "Beşiktaş kariyerinin bir tekrarını yaşar mı?" diye sorarken ve önemli bir kısım da bu konuda şüpheliyken o yine lige damgasını vurmayı başardı, özellikle son periyotlarda ortaya koyduğu "winner" kimliği ile 23 sezon sonra gelen şampiyonluğun mimarlarından oldu. Basketbol zekası, asistleri, en kritik zamanda soktuğu şutları bizi zafere taşıdı.
Bir hayli uzun süren Spanoulis "geyiği" -ki geleceğine pek ihtimal vermiyordum, maaşını karşılamamız da bütçemizi çok zorlardı ayrıca- sonrası Arroyo ile sözleşme yeniledik. Gelecek sezon takımın "maestro"su yine Carlos olacak.
Sezonun başlamasıyla birlikte oldukça yoğun bir maç programına gireceğiz; TBL, TK ve EL'de mücadele edeceğiz. EL'nin alamet-i farikası olan sert savunmasını ve Arroyo'nun ilerleyen yaşını da düşündüğümüzde işimizin zorlaşacağını tahmin etmek güç değil. Sezon içerisindeki yoğun tempoda forma giyeceği dakikaları nispeten azaltıp, vereceği katkıyı arttırmamız gerekecek. Bu noktada da Ender, Engin ve hatta Gordon'a büyük iş düşüyor elbette. Arroyo'yu izlemek büyük keyif. Arroyo'yu Galatasaray formasıyla izlemek daha da büyük bir keyif. Ekim 2013'teki Cumhurbaşkanlığı Kupası'yla birlikte Türkiye kariyerindeki kupa koleksiyonuna yenilerini ekler umarım Carlos.
TFF'nin saçma yabancı kısıtlamasından sonra yapmamız gereken en acil şey yerli futbolcu rotasyonumuzun geniş ve kaliteli hale getirilmesiydi bana göre. 18 kişilik maç kadrosunda maksimum 6 yabancının bulundurulmasına izin verilmesi dolayısıyla kadrodakilerden maksimum verim alıp, piyasadaki kaliteli yerlilerle de sözleşme imzalamamız kaçınılmaz hale geldi. Alper Potuk bu açıdan önemliydi ancak Halil Ünal'ın giderayak Fenerbahçe'ye yaptığı kıyak yüzünden Alper'i kaptırdık.
Sözleşmeleri sona eren Gökhan Zan, Hakan Balta ve Engin Baytar ile sözleşme uzatmak doğru hamleler. (üç futbolcumuzun da sözleşmesi 2+1)
Gökhan Zan her daim kendini hazır tutan, görev bulduğunda formanın hakkını veren bir futbolcu ve ortalama top tekniği ve tecrübesiyle katkı vermeye devam edecektir.
Geçen sezon bir anlık öfkesinin kurbanı olan Engin için 2011-12 sezonunun bir tekrarını bekliyorum, o sezon şampiyonlukta verdiği katkı unutulmazdı. Yetenek, hırs, mücadele azmi, ne ararsanız var Engin'de. İşin "psikolojik" kısmını da halledip yepyeni bir sayfa açacaktır bu sezon. Hamit, Melo, Selçuk ve hatta Sneijder yerine zaman zaman forma bulacağını düşünüyorum.
Ciddi bir sol bek sıkıntısı çeken ülke futbolunda (düşünün milli takımda Hasan Ali gibi vasat bir sol bek oynuyor) vasata yaklaşan ya da vasat oynayan 3-4 bekten biri de Hakan Balta. Yabancı sınırlaması bu haldeyken ve Hakan da Fatih hocanın sevdiği öğrencilerinden biriyken sözleşme uzatma kararı yerindeydi.
Umut Bulut'u geçtiğimiz sezon kiraladığımızda çoğu kişi burun kıvırmıştı. Halbuki Sercan yerine Umut'un rotasyona girecek olması bizim için iyi haberdi. Klasik tabirle, formanın hakkını verdi, çok önemli goller attı, beş tane ciğeri varmış gibi mücadele etti. Bugün resmi siteden, 3+1 yıllık sözleşmeyi imzaladığı açıklandı. Umut aynı katkıyı bu sezon da verecektir.
Sivasspor'da oynarken en gıcık olduğum futbolcuların başında geliyordu Erman. Galatasaray'a karşı oynadığı her maçta döktürür, defansa zor anlar yaşatır ve gol bulmayı da başarırdı. Sivas'la olan sözleşmesinin bittiğini duyduğum gün "transfer eder miyiz" diye makara yaparken bir-iki hafta sonra KAP'a bildirilmesi ilginç bir sürpriz oldu. Forma şansı bulduğu her maç olumlu işler yapacağına inanıyorum. Engin kadar mücadeleci değil ama onun kadar hareketli, tekniği iyi ve gol vuruşlarında Engin'den daha başarılı. Erman'a şanlı formamızla başarılar.
23 sezon sonra gelen şampiyonluk hepimizi çok mutlu etti. Şimdi kadromuzu daha da güçlendirme zamanı. Şu ana kadar resmileşen tek transferimiz Sinan Güler. Her hafta ve hatta her iki-üç günde bir farklı isimlerle görüştüğümüz/anlaşmaya yakın olduğumuz yazılıyor, değişik alternatifler ön plana çıkıyor. Kaçı asılsız dedikodudan ibaret, kaçı doğruluk payı olan haberler bilemiyoruz tabii...
Spanoulis'le başlayayım. Avrupa basketbolunun en değerli guardlarından birisi olduğu muhakkak fakat CSKA ve Barcelona gibi rakiplerimiz varken onu ikna edecek bir yıllık ücret önerebilir miyiz, pek ihtimal vermiyorum. En son dün akşam, 3 yıl için 10 milyon euroya CSKA'ya gideceği yazıldı. Kadroda görmek isterim -kim istemez- ama bir yandan da gelecek sezonların bütçesinin tek bir transfer yüzünden tehlikeye girmesini istemiyorum açıkçası. Sporda başarı kadar başarısızlık da bir ihtimal ve başarısız olduktan sonra tekrar ayağa kalkabilmek için sağlam bir ekonomik yapı gerekiyor. Bizde ise -basketbol şubemizi kastediyorum- bırakın "yapı"yı, yapının "temel"i bile yeni atılmış durumda. Spanoulis ya da benzeri kalitede basketbolcular şimdilik güzel bir hayal olarak kalsın, biz ayağımızı yorganımıza göre uzatalım derim. Görüşüm bu.
Arroyo'nun yıllık 2 milyon dolar istediği söylentileri çıkmıştı. Türkiye basketbol tarihine en çok iz bırakmış yabancılardan biridir Arroyo, bu kesin. Hem Beşiktaş'ta hem bizde oynadığı iki sezon boyunca kazandığı dört kupa ve oynadığı bir Türkiye kupası finali var. Fakat 35 yaşına girecek biri için 2 milyon dolar fazla diye düşünüyorum. "Orta yol bulunur, Arroyo takımda kalır" diyip tahminimi de yazmış olayım.
Ergin hoca Planinic'in gündemimizde olduğunu doğruladı geçen hafta. Hatta "ben de özel olarak ilgileniyorum" de dedi. Özellikle geçen sezon Planinic'i bayılarak izleyen biri olarak gelmesini çok isterim. Bütçemizi zorlamaz ve çok değerli bir guardı kadromuza katmış oluruz. Şutu Spanoulis ve Arroyo kadar iyi olmasa da basketbol zekası ve yetenekleri muazzamdır. Oyun görüşü neredeyse kusursuz, SG ve hatta SF oynayabilmesi de cabası. Umarım renklerimize bağlarız Planinic'i. (Planinic transferi -Arroyo kalırsa- ya Gordon ya da Domercant'ın gitmesi anlamına gelir maalesef. O da üzerinde iyice düşünülmesi gereken bir husus)
Dört numara için yugo kökenli Erceg, Nemanja Bjelica, Dubljevic, Lorbek gibi alternatifler var. Bunun dışında Banvit'ten tanıdığımız Chuck Davis de düşünülebilir. Tercihim Erceg olurdu.
Pivot için de bir çok isim yazılıp çiziliyor, Jawai ya da Milicic fena olmaz. (Zoric de düşünülebilir fakat FB Ülker'in ilgilendiği yazılıyor) Sofoklis ise -Ermal gibi ortalama bir yerli transfer etmediğimiz sürece- başımızı ağrıtır.
İçime sinen iki kadro şablonu oluşturdum. Transferler tamamlandıktan sonra ortaya çıkacak rotasyon, kurduğum kadrolarla ne kadar örtüşecek, göreceğiz. Her şartta, Ergin hocaya güvenim tam.
2013-14 sezonunda üç kulvarda mücadele edeceğiz ve geçen sezon yaşadığımız sıkıntıları yaşamamak için alternatifi bol bir kadroya ihtiyacımız var. Bunun doğrultusunda da yerli rotasyonumuzun kaliteli ve geniş olması gerekiyor. Engin sezon başını kaçıracakken ve Göksenin daha yeni yeni toparlanıyorken kısa rotasyonuna bir transfer gerekiyordu ve bence doğru bir karar verip Sinan Güler'i kadromuza kattık.
Konu Sinan olunca "ama hücum" diyerek itiraz eden çok kişi oldu, gereksiz bir transfer olduğu söylendi. Katılmıyorum açıkçası, basit düşündüğümüzde, Sinan aynı Göksenin gibi işin savunma kısmında ön plana çıkacak ve savunmada sertliğe ihtiyacımız olduğu anlarda imdadımıza koşacak. Rotasyonda Arroyo, Markoishvili, Domercant, Cenk gibi şutuna güvenebileceğimiz isimler varken hücumu dert etmeye gerek yok diye düşünüyorum. (Kaldı ki, PG-SG ve PF takviyesi yapılacak daha)
Sinan Güler'in özellikle Euroleague'de ve ligde zorluk derecesi yüksek maçlarda savunma direncimize katkı yapacağını düşünüyorum. Abdi İpekçi veya Sinan Erdem'de oluşturacağımız atmosfer onun gibi mücadeleci bir basketbolcuya ayrı bir güç verecektir.
Hoş geldin Sinan, sarı kırmızı formayla başarılar!
Geçtiğimiz ay anlaştığımız Mısırlı transferlerimiz sözleşme imzaladı. Pasör Ahmed Abdalla ve pasör çaprazı Ahmed Salah Abdelhay yeni sezonda Galatasaray forması giyecek. (Spikerlerin işi zor, isimlerini karıştırmak pek bi kolay :-) ) Bunun yanı sıra, wild card'la CEV Şampiyonlar Ligi'ne katılma hakkı kazanan takımımız için ekstra bir yabancı transferi daha yapılacağını düşünüyorum.
Akdeniz Oyunları'ndan takip edebildiğim kadarıyla fena performans göstermediler. Özellikle Ahmed Abdalla uzun ama fazlasıyla atletik. "lokum" paslarıyla ön plana çıktığını söyleyebilirim. Ahmed Abdelhay ise sert smaçlarıyla rakip savunmanın dengesini sıkça bozan ve hatta sayı çıkarabilen bir isim.
Ahmed Abdalla ve Ahmed Abdelhay'a Galatasaray formasıyla başarılar!
Futbol olsun, basketbol olsun, gittiğim maçların biletlerini saklamayı severim. Arşiv ve koleksiyon merakımdan olsa gerek herhalde. Bir çeşit hastalık bu da.
Erkek basketbol için konuşmam gerekirse, 2012-13 sezonu başında çoğu kişide anlam veremediğim bir umutsuzluk hakimdi. Ergin hocanın doğru seçimleriyle kaliteli bir kadro kurulmuştu. Kısıtlı bütçemize rağmen Efes ve FB Ülker'e nazaran takım mühendisliği daha iyiydi -ki sezon başlayınca da bunu gözlemledik zaten. (Türkiye Kupası grup maçındaki FB Ülker ve ligin ikinci haftasındaki Efes galibiyetleri)
Domercant ve Göksenin'in şanssız sakatlıkları ve Hawkins'in doping olayı sonrasında sarsıldık. Ancak bu noktada Ergin hocanın basketbol zekası devreye girdi ve Arroyo ile Markoishvili transferleri bizim adımıza sezonun dönüm noktası oldu. Sonuç: 23 sezon sonra şampiyon olduk.
"O kadar transfer yaptık, yine şampiyon olamayacağız"cıların türediği günlerde gittiğim maçların biletlerinin "şampiyonluk sezonu" biletleri olacağına inanıyordum. Özenle sakladım bir kısmını. (Bir kısmını ise bir kitabımın içine saklamıştım ama kitabı bulamıyorum maalesef)
Fotoğrafını çektim basketbol maç biletlerimin, şampiyon yenilmez armadanın. Her birinin anlamı çok büyük, her biri çok değerli.
Çok zor haftalardan geçtik, çok büyük talihsizlikler yaşadık, ideal kadromuzla mücadele edemediğimiz, hatta SF rotasyonunda oynatacak basketbolcumuzun kalmadığı oldu. Bütün bunlara rağmen müthiş bir galibiyet serisi yakalayarak önce normal sezonu lider bitirdik, sonra da şampiyon olduk.
İnsanımıza yaşatılan/layık görülen zorbaca muamele yüzünden keyfimiz yerinde değil malum. Gaz bombalarının, plastik mermilerin, biber gazlarının arasında -yaşayabildiğimiz kadar- yaşadık 23 sezon sonra gelen şampiyonluk sevincini.
Ergin hoca ve aslan basketbolcularımıza candan teşekkürler!
Basketbolda finale çıkmamıza dair ve finalle ilgili çok şeyler yazmak isterdim açıkçası. Ama 31 mayıs günü kimsenin beklemediği kadar olaylı geçti ve tüm dikkatler bir sabah Gezi Parkı eylemcilerinin çadırlarının yakılmasıyla Taksim'e yöneldi. Gezi Parkı'ndaki ağaçların kesilmesine karşı öğle saatlerinde başlatılan oturma eylemi, polisin gaz bombası kullanmasıyla bir anda büyük bir kargaşaya ve hatta can pazarına dönüştü. Taksim Meydanı olağanüstü saatler yaşadı ve tabir-i caizse cehenneme döndü.
Sonrası malum... Türkiye, AKP iktidarına karşı ayağa kalktı ve Gezi Parkı bu ayaklanmanın sembolü oldu.
Zamların, hayatın her alanındaki yasakların, ranta dönen kentsel dönüşümün, özelleştirmelerin, saldırgan Suriye politikasının, Reyhanlı'da hayatını kaybedenlerin, "iki ayyaş" açıklamasının ve Gezi Parkı'nın betonlaştırılmak istenmesinin öfkesi bir isyan dalgasına dönüşmüş durumda. Gün itibariyle Taksim Meydanı bayram yeri gibi ve müthiş bir dayanışma hakim. Bugün Taksim'deydim ve meydandan ayrılmak istemedim desem abartmış olmam, büyük bir coşku vardı her metrekarede. Sol parti pankartları, Türkiye bayrakları, Atatürk fotoğrafları, köfte-ekmek satanlar, parkta eğlenenler, başörtülü kadınlar, halay çekenler vs vs. Gidip görmeniz lazım, ne kadar anlatsam da yetersiz kalacağına eminim.
Gezi Parkı direnişinin -şimdilik- en önemli kazanımı, farklı görüşten insanların birbirlerine samimi bir saygı besleyerek birarada bulunabilmeleri ve muazzam bir dayanışma kurabilmeleri oldu benim için. Sosyal demokratı, sosyalisti, islamcısı, ulusalcısı ve hatta milliyetçisi. Mevcut düzenin adaletsizliğine itiraz eden herkes orada. Büyük bir aile...
Taksim'de polis şiddeti durdu ama maalesef İstanbul'un çeşitli yerleri, Antakya, Dersim ve Adana'da karışıklıklar devam ediyor. Dün 22 yaşındaki Abdullah Cömert polis kurşunuyla hayatını kaybetti ne yazık ki...
Bu direniş ne kadar sürer, sonucu ne olur, amacına ulaşabilir mi (ki umarım ulaşacak) şimdilik kesin bir şey söylemek zor. Tek bir gerçek var ki, Türkiye insanı eşitlik ve özgürlük ortak talebinde buluşmuş durumda.
Baş ağrısı, hafif ateş ve boğazımda sinir bozucu bir tırmalanmış hissi vardı maçtan bir gün önce. Baş ağrısı ve ateşim maç günü geçince salona gitmeye karar verdim. (Yalnız bağıramamak, ya da bağırdığında boğazının iyice acıması/ses tellerinin yetmemesi kötü bi durum tabi) Taraftar sayısı üç aşağı beş yukarı ilk maçla aynıydı sanırım. Yine güzel bir atmosfer vardı, Ergin hoca da twitter hesabından atmosferi beğendiğini yazdı maçtan sonra.
İlk maçın aksine Karşıyaka daha dominant başladı maça. Ersin Dağlı'nın orta mesafeleri girmeyince bir ara 7 sayı geriye düştük ki özellikle maç başları için hiç alışık olmadığımız bir durumdu bu. Cenk'in de erken üçlemesiyle maçın sıkıntılı geçeceğinin sinyallerini ilk periyottan aldık.
İkinci periyotta Euroleague seviyesindeki sert savunmamız ve hücumda biraz kıpırdamamız Karşıyaka'yı yakalamamızı sağladı. Müthiş savunmamızı Arroyo'nun hücumda omuzlarına binen yükü Macvan ve Markoishvili 'nin paylaşması takip edince devreyi 34-26 önde kapadık.
İkinci yarıda lig maçlarımız içindeki en kötü basketbolu oynadık maalesef. Savunmada takımın hakkını yemek olmaz, yine çok iyi savunma yaptık ama hücum için aynı şeyleri söylemek imkansız. Ndong pota altında inisiyatif almasa işimiz çok zordu. Ender ve Gordon'un Arroyo'ya yardımcı olması gerektiğinde topu sadece elinde tutarak saniye tüketmesi üretkenliğimizi çok azaltıyor.
Pek iyi oynayamasak da kazanmak çok güzel. Çok özlediğimiz, çok istediğimiz play-off finaline bir galibiyet kaldı.
Ergin hoca ve aslan basketbolcularımıza teşekkürler.
Maçtaydım bugün. Ergin hoca, maça gelenlere teşekkür ettikten sonra salonun daha dolu olması gerektiğinin altını çizdi, biraz hayal kırıklığına uğramış gibiydi ama bence yine de ilgi fena değildi. 7000'i aşkın taraftar vardı.
Gordon'un Tofaş maçındaki performansının fotokopisiyle başladık, ilk periyot boyunca her şey istediğimiz gibi gitti. Akıcı hücum, sert savunma ve isabetli şutlarla farkı 16 sayıya çıkardık. O noktadan sonra hem tribün hem de takım, tabiri caizse işi serdi. Hiç gereği yokken 12-13 saniyede kötü kullanılıp harcanan hücumlar, maç başındaki savunma sertliğinin yok olması ve tribünün maçtan kopması farkın erimesine yol açtı. Yanılmıyorsam üçüncü periyodun ortasına kadar da böyle devam etti bu saçma durum. "Noluyo lan?" sesleri tribünden yükselmeye başlayınca, önce taraftar kendine geldi sonra da takım.
Üçüncü periyodun sonu ve dördüncü periyotun tamamında savunma sertliğimiz üst düzeydeydi. Macvan ve Markoishvili'nin savunma direncine yaptığı katkı belirleyici oldu, Karşıyaka'ya kolay sayı şansı tanımadık.
Arroyo maça iyi başladıktan fakat ikinci periyotta oyundan düştükten sonra devreye girmekte bu kadar geç kalmamalıydı, Ndong hücumdaki tutukluğuna kendisi bile inanamadı. Bench'e gelirken o üzüntüsünü gözlemleyebildim.
Vasat hücum ettiğimiz ama savunma direncimizle kazandığımız bir maç oldu özetle.
Pazartesi günü umarım daha kalabalık olacağız ve daha iyi hücum edeceğiz.
Ergin hoca ve aslan basketbolcularımıza teşekkürler.
Tembellik ettim biraz, Tofaş maçının hemen ardından yazacaktım ama sıcaklar falan derken erteledim durdum. Nacizane bir şeyler karalayayım...
Malum, Bursa'da Tofaş'ı çok rahat yenip 2-0'la play off yarı finaline yükseldik. Diyebilirim ki Jamont Gordon'un ilk iki periyottaki basketbolu izlediğim en iyi performanslardan biriydi. İsmail Şenol'un sıkça söylediği üzere "alev aldı" adeta, 21 sayı atarak daha ilk yarıdan serinin bittiği mesajını verdi.
Bizim maçımızdan hemen sonra oynanan Pınar Karşıyaka-Fenerbahçe Ülker mücadelesi ise çoğu basketbolseverin tahmin ettiği gibi oldukça çekişmeli geçti. FB Ülker için son şanstı, sezon boyunca beklentilerin altında kalmışlardı ve TOP 16 faciasından sonra lige de erken veda etme tehlikesiyle karşı karşıyaydılar. Karşıyaka ise yıllar sonra gelecek yarı finalin hayalindeydi, tribünler hınca hınç doluydu. Maç içerisinde skor üstünlüğü ve oyun kontrolü sık sık el değiştirdi ama son dakikaları daha iyi oynayan taraf Karşıyaka olunca en iyimser Karşıyakalının bile umduğunun ötesine geçti senaryo: 0-2 ile FB Ülker'i süpürdüler. FB'nin pota altı zaafını çok iyi işlediler, bol bol hücum ribaundu aldılar ve play off yarı finaline yükseldiler. Özellikle Aminu & Ümit Sonkol (Thomas sakatlığın izlerini tam olarak atamamış gibiydi, Ümit bu açığı iyi kapattı her iki maçta da) FB Ülker'in playoff macerasına nokta koydu, rakibimiz Karşıyaka oldu.
Seride üç galibiyete ulaşan takım finale çıkacak. Normal sezonu lider bitirdiğimiz için saha avantajı bizde, ilk iki maçı içeride oynayacağız. Seriyi değerlendirirken, ligin ilk yarısında İzmir'de yenildiğimiz maçı baz almak çok doğru olmaz diye düşünüyorum. O günlerde henüz Domercant'ın yerini dolduramamıştık ve sponsor kaynaklı ödeme problemleri yüzünden takımın havası bozulmuştu. Üstelik iki defa durmuştu oyun maç içerisinde ve ister istemez ritmimizi kaybetmiştik...
Maç öncesi tribün olayları yüzünden seyircisiz oynanan Abdi İpekçi'deki maç bize seri hakkında ipuçları verecektir diye düşünüyorum. 94-73 kazanmıştık ve sezonun en iyi oyunlarından birini izlemiştik.
Bu sezon ligde -nazar değmesin!- içeride hiç maç kaybetmedik, Eurocup'ta oynadığımız 6 iç saha maçında ise 5 galibiyet 1 mağlubiyet aldık. Bunun önemli bir veri olduğunu düşünüyorum. Saha avantajı, final için bir adım öne çıkmamızı sağlayan etkenlerden biri.
Ndong-Furkan (ve zaman zaman Ersin) pivot rotasyonumuzun Aminu-Bora Hun Paçun ikilisine karşı ciddi bir üstünlük kuracağını düşünüyorum. Özellikle Abdi İpekçi'deki maçta Aminu'nun Ndong yanında "çocuk gibi" kaldığını, Ndong'un size avantajı ve uzun kolları sayesinde ribaundlarda ezici bir üstünlük kurduğunu görmüştük. Pota altını etkili kullanabildiğimiz sürece 94-73'lük maçın benzerlerinin önünde hiç bir engel yok. Rakibin önemli kozlarından olan Dixon ise Gordon'un etkili savunmasıyla FB Ülker serisindeki veriminden uzak bir görüntüde olabilir. (Bu konuda "olur" yerine "olabilir"i özellikle seçtim zira Gordon hem hücumda hem de savunmada ne yapacağı hiç bir zaman belli olmayan biri. Kesin konuşmamakta fayda var.)
Ergin hocanın transferlerini özellikle istediği ve takıma katıldıkları günden bu yana gidişatımızı değiştiren iki isim var: Arroyo ve Markoishvili. Arroyo hakkında uzun uzun yazmanın alemi yok. "Oyun kurucun kadar konuşursun" sözünün basketbolda ne kadar önemli olduğunu belleklerimize kazıdı bu sezon. Naumoski ile birlikte -oynadığı süre içerisinde- ülke basketbolunun gördüğü en başarılı yabancı basketbolcu desem abartmış olmam sanırım. Markoishvili ise temiz şutu ve ortalama üstü savunması ile bize çok şey kattı, 19 maçlık galibiyet serisinin gizli kahramanlarından biri oldu. Arroyo + Markoisvili sonrası takımımızın büründüğü yeni kimliğin, final (ve hatta şampiyonluk yolunda) en belirgin avantajımız olduğunu düşünüyorum.
Tek dezavantajımız Macvan'ın hem hücumda hem de savunmada yerlerde sürünen performansı. Thomas-Ümit Sonkol ikilisi Macvan'ın oyunda olduğu dakikalarda pota altından ve orta mesafeden madeni işlemeye çalışacaklardır. Macvan'ın beni yanıltmasını çok istediğimi de not olarak ekleyeyim. Çok şey beklediğim ve çok sevdiğim basketbolcularımızdan çünkü...
Yarın ilk maça çıkıyoruz. Umarım dolu bir salon ve sağlam bir Abdi İpekçi atmosferiyle ilk maçtan "bu seri bizim" mesajını veririz. Ergin Ataman ve aslanlarımıza inancım tam!
Kadromuz yavaş yavaş şekilleniyor. Önceki gün, smaçör Fırat Ezel Filiz'in transferi resmi sitemizden açıklandı.
Henry Bell ve Ferhat Akdeniz haricinde kadronun tamamen yenileneceği dedikodularının doğru çıktığını söyleyebiliriz. (Coskovic ve Erhan'ın takımda kalmasını isterdim açıkçası, özellikle Coskovic'in sözleşmesini uzatmamamıza üzüldüm...)
İlk iki periyotu çok sıkıntılı geçen ilk maçı 92-64 kazandık Tofaş karşısında. Üçüncü periyottan itibaren Arroyo direksiyona geçti, hem pota altını hem de şutör oyuncularımızı çok iyi besledi ve bir anda farka gittik. Tabi savunmamızdan da bahsetmemek olmaz. NDong'un uzun kolları ve Ersin'in müthiş hayretiyle pota altını kararttık, zorlama dış atışlarla çemberi dövmelerini sağladık. Çok kısa bir süre içerisinde de farkı çift hanelere taşıyarak "bu seri bizim" mesajını verdik.
Bu akşam Ted Kolejliler-Efes ve Beşiktaş-Banvit maçları var. Ted ve Banvit kazanırsa yarı finale çıkacaklar, aksi durumda serinin galipleri üçüncü maçlar sonunda belirlenecek. Banvit zaten favoriydi ama Ted Ankara bu seriyi geçerse basketbol tarihimizin en büyük sürprizlerinden biri olur sanırım...
Yarın Tofaş'la Bursa'da oynuyoruz, kazanırsak yarı finale çıkacağız. Ergin hoca ve aslanlarımıza inancım tam!
Yazacak çok şey var aslında ama biraz üşeniyorum açıkçası. Özetle; Galatasaray futbol takımı, TFF+PFDK+MHK+FB'yi geride bıraktı ve şampiyon oldu. İki dünya yıldızı Drogba ve Sneijder'li kadromuzla 19. şampiyonluğumuza ulaştık.
Selçuk İnan'ından tutun Dany'sine, Muslera'sından Burak Yılmaz'ına bir çok futbolcumuzun büyük emeği geçti bu şampiyonlukta. Bir çok kırılma anı yaşadık, bazen kızdık, bazen heyecanlandık, çokça da sevindik...
Fatih hoca başta olmak üzere teknik ekibimize ve aslan futbolcularımıza teşekkürler.
Voleybolda transfer çalışmalarımız son sürat devam ediyor ve Sırp orta oyuncu Veljkovic'le sözleşme imzaladık. Geçen gün kadın basketboldaki başıboşluktan ve programsızlıktan şikayet etmiştim. Kadın basketbolun aksine, kadın voleybolda çok daha planlı ilerlediğimiz kesin.
Rabadzhieva'nın da Haziran ayında sözleşme imzalayacağı açıklandı dün resmi site tarafından.
3-2 kaybettiğimiz play-off finaliyle sezon bitti malum. Çok iyi oynadığımız seriyi ve dolayısıyla şampiyonluğu hakem kıyımları yüzünden kaybettik. Bir "Turgay Demirel federasyonu klasiği" haline gelen hakem hataları yine bizi yaktı...
Her neyse. Gelelim şube yönetimine. Sezon ortasında çok küçük miktarlar yüzünden Whalen elden kaçırıldı. Fowles şubeye ihtar çekti, takımın havası bozuldu. Whalen yerine gelen Harding bir iyi-bir kötüydü, PG eksiğini kapatamadı.
Kadın basketbolda sezon biter bitmez ve hatta bitmeden kadro planlamasının yapılması gerekiyor ki, çok da geniş olmayan transfer yelpazesinden doğru seçimler yapılabilsin, kaliteli bir takım kurulabilsin. İşe önce koçtan başlamanız gerekiyor tabi, yoksa Ceyhun Yıldızoğlu gibi bir loser her şeyi mahvedebilir de. Ardından da oyuncu seçimleri ve takım kimyası geliyor...
Sezon biteli iki hafta oluyor, basında çıkan "kadın basketbolda bütçe küçülecek" haberlerinden başka bir şey duyamadık daha. Ekrem Memnun'la devam edilecek mi, kimler kalacak, kimler gidecek? Transferde nasıl bir rota izlenecek? Daha doğrusu gelecek sezona dair bir planımız var mı?
Murat Özyer şubenin başına geçti geçeli, saçma sapan ihmaller yüzünden başımıza gelmeyen kalmadı. İlkan Karaman (ki karakteri hakkında ipuçları verdi kaçarak) ve Lindsey Whalen'ın gidişi, oyuncu maaşlarının zamanında ödenmemesi, hakem kıyımlarına ses çıkarılamaması vs vs. Son olarak da kadın basketbol takımımızdaki belirsizlik...
Ben gelişigüzel bir kadro kurayım, gerçekleşir ya da gerçekleşmez orası ayrı.
Kulübümüz kadın voleybolun ardından erkek voleybolda da transfer çalışmalarına başladı ve dün İbrahim Emet, bugün de Mehmet Özbek'in transferleri resmi olarak açıklandı.
Bu sezon şubeden gelen haberlere göre takım kadrosunda ciddi değişikliklere gidilecek, özellikle yerli rotasyonunda... Yabancı transferi hakkında da dolaşan dedikodular var ama resmi siteyi beklemek en mantıklısı ve doğrusu.
İbrahim Emet ve Mehmet Özbek'e Galatasaray formasıyla başarılar...
Yıllardan beri mafya bozması yöneticilerinizle sporu terörize eden siz,
Şike yapan siz,
Teşvik veren siz,
Tescilli şikecilikle damgalanan siz,
Basketbol, futbol demeden hakemleri "kontrol altına" almaya çalışan siz,
Irkçılık yapan Emre Belözoğlu'na sahip çıkan siz,
Irkçılık yapan taraftarınızı koruyan, üstüne basın toplantısına çıkaran siz,
Hakeme "son of bitch" diyen, "oğlan" hareketi çeken futbolcunuzu masum gösteren siz,
Sporumuza sürdüğünüz her kara lekeyi sindiren siz,
Hakikatten, "siz" nasıl bir camiasınız siz?
Türkiye sporunda her türlü karanlık kumpasın merkezi Fenerbahçe'nin karanlık yüzünden ve Aziz Yıldırım'ın müritlerinden kurtulmalı bu ülke.
Çok mu zor merak ediyorum, hani "17'ye tek" mücadele veriyor ya bu ukala sürüsü, 17 takım bir olsun ve maça siyah formalarla çıksın. Karanlığı lanetlesin, tarihi karanlıklarla dolu bu camiayı kınasın.
Türkiye'nin en kendi halinde, en sessiz-sakin illerinden biriydi Hatay.
Arap'ın, Türk'ün, Kürt'ün, Müslüman'ın, Hırıstiyan'ın, Yahudi'nin barış içinde yaşadığı bir şehirdi.
Ne zaman ki Suriye içten içe kaynamaya başladı, güzelim Hatay zorla bu kaosun içine çekildi. Silahlı çapulcular cirit atmaya başladı, insanların huzuru kaçırıldı, Aleviler tehdit edildi, "Sünni-Alevi gerilimi" yaratıldı. ÖSO'lu yaratıklar yüzünden savaş mağduru Suriyeliler'e de Hatay cehennem oldu.
Mutlaka hatırlayacaksınızdır, aylar öncesinde insanlar sokaklara döküldü, "huzurumuz bozuldu" diye feryat ettiler. Ama kimse de Hataylı'nın sesine kulak vermedi. Yandaş basın olan bitenleri görmezden geldi.
Ve bağıra bağıra "geliyorum" diyen felaket onlarca masumun canını aldı. ABD'nin BOP'una Osmanlıcılık hayalleriyle ortak olanlar, Hatay'ı mahvetti.
Ben ve binlerce kişi, Türkiye'nin dört bir yanından sesleniyoruz: Suriye'de barış, Hatay'da barış!
Galatasaray tribününün en güzel tezahüratlarındandır, "sen sarıyla kırmızı, kalbimizin yıldızı". Sözleri ayrı, melodisi ayrı etkileyicidir.
2012-13 sezonu şampiyonluğumuzu ilan edince, GS Store çok güzel bir tişört tasarlayıp satışa sunmuş. Ana fikri, "kalbimizin yıldızı". Dayanamayıp aldım bir tane, giyip gezmesi keyifli olacak, hatta oldu bile.
Amrabat (daha çok Arroyo'ya benzettim ben) ve Melo (pek iyi çizememişler) haricinde muhteşem olmuş futbolcularımızın karikatürleri.
Ergin Ataman dün GS TV'deki "24 Saniye" programına konuk oldu. Normal sezonu, play-offu ve takımımızın durumunu anlattı.
Bu sezon için apayrı bir yazı yazmak lazım esasında. Bunca şanssızlığa rağmen ayakta durmasını başaran Yenilmez Armada'nın hakkını veren bir değerlendirmeyi play-offun hemen öncesine yetiştirsem iyi olur.
Kadın voleybol takımımız kadrosunu güçlendirmeye devam ediyor. İlk olarak, Calderon'un yerine Kolombiyalı smaçör Madelaynne Montano'yu renklerimize bağlamıştık, bugün ise Ergül Avcı'nın transferi açıklandı.
Henüz istediğimiz seviyeye geldiğimizi söylemek zor olsa da, kadro kalitemizi her geçen sezon daha yukarıya çektiğimiz ortada.
Hoşgeldin Ergül, Galatasaray formasıyla nice başarılara...
Sayfama uğrayacak, yazdıklarıma göz atacak herkese merhaba diyeyim öncelikle.
Blogda odak noktası Galatasaray olacak. Galatasaray hakkında bir şeyler karalamaya çalışacağım elimden geldiğince. Basketbol, futbol ve hatta voleybol... Gönül verdiğim renklerin fikir işçisi olabilirsem ne mutlu.